Duvardaki televizyon size bakar, siz de ona. Daha yarım saat önce aldığınız kazak, hiç de mağazadaki gibi durmamaya başlar üstünüzde, gerçekten onu mu satın almak istemişsiniz, emin olamazsınız. Bir iş mi var yoksa bu işte? Hayırdır inşallah!
Hiç “Hızlı Randevu” ya da uluslararası adıyla “Speed Dating” i duydunuz mu? Duymayanlar için küçük bir tanıtımda bulunayım.
Speed Date, Amerika’nın gözde eyaletlerinden New York’ta, Manhatten adasında keşfedilen bir etkinlik. Etkinliğin iddiasına göre hayatınıza hızlı bir şekilde karşı cinsten birini sokmak isterseniz, tam sizin için oluşturulmuş. Giriş için belli bir bedel ödeyerek girdiğiniz yerde bir takım kurallar da var. Büyük bir çember şeklinde sıralanmış sandalyelerde kadınların oturduğunu, bu çemberin içinde sıralanmış küçük çemberde de erkeklerin oturduklarını düşünün. Oturumu yöneten bir de yönetici var. Her erkeğin, önündeki bayanla toplam 6 dakikalık sohbet etme şansı var. Her 6 dakikada çan çalıyor ve iç çemberdeki erkekler bir sıra sola kayarak yeni bir bayanla bir 6 dakikalık daha sohbet ediyordu. Gece, ta ki birbiriyle görüşmemiş kadın ve erkek kalmayana dek devam ediyordu. Görüşmeler esnasında kadının da erkeğin de elinde formlar bulunuyor ve eğer kadın da erkek de kendi formunda o kişiyle buluşmak istediğini belirtirse, elektronik posta adreslerine birer bilgi gidiyordu. Bu aktiviteye katılanların yüksek oranda hepsi en az bir kez biriyle randevulaşabildiğini belirtiyorlar. Peki, insanlar tam olarak neye göre birisini seçiyordu? Sonuç olarak, çember ne kadar çok büyükse, o kadar farklı sayıda karakter seçeneği karşınıza çıkar. En iradeli olan kişi bile bir süre sonra, kendi “ideal erkek-kadın” etiketlerinden sıyrılmaya başlar.
Bir televizyon almak için mağazaya gittiğinizde, satıcıya belli başlı özelliklerden bahsedersiniz. Ya istediğinizi çıkartır verir ya da sizleri önce sonsuz seçeneklerle boğar, savunmasız bırakır, daha sonra kendi satmak istediğini size satar. Amacınız sadece pembe bir kazak alıp çıkmaktır, ancak bu genelde imkansızdır. Tezgahtar yine sizi onlarca seçeneğe boğar, içinden size aslında kendi istediği bir şeyi satıverir, ruhunuz duymaz.
Kabul edin, satın alıp da eve geldiğinizde “Tanrım bunu ben mi aldım” dediğiniz onlarca eşyanız vardır. Yok olduğunu düşünüyorsanız, durumun halen farkında değilsiniz.
Bu, toplumsal mühendislikte de sıkça kullanılan bir yöntem. Bir bakarsınız “meşe sevenler” topluluğunun üyesiyken, önce zihninize akabinde dilinize bir takım kelimeler yerleştirirler. Aklınızda daha önce “balta” kelimesi yokken, şimdi “meşelere özgürlük” demeye başlar, hemen sonrasında “bu ülkede meşeler kesiliyor” dediğinizi işitir oluruz.
Speed Date organizasyonlarında sıklıkla, eğer kişi ilk kez katılmışsa, aklında belli bir kadın-erkek profilinin olduğu, ancak görüşmeler ilerledikçe muhtemelen o gruba dahil olan kişilerin ortak karakter yapıları daha baskın gelerek, içinden kendisine göreceli olarak en doğru olanı seçme eğilimi daha yüksek olduğu anlaşılmıştır.
En başta kendi duruşumuz ve kurallarımız olmasına rağmen, art arda yinelenen karakter yapıları, olaylar sanki bizleri bu yaşam sisteminin dışında farklı bir sistem daha olması mümkün değilmişçesine sıkı sıkıya sarar. Oysa, kendi elimizle kendimizi buna mahkum ederiz. Sanki tüm seçenekleri bir kenara bırakıp, oradan uzaklaşmak imkansızmış gibi...
Comments